Hayatını değiştiren balık avına çıkmadan aşağı yukarı bir hafta kadar önceydi. Maike Hohnen arabasıyla bir inşaat sahasının önünden geçerken “ÜCRETSİZ” yazılı bir tabela gördü. Tabelanın dikili olduğu çimenlikte 100 kadar plastik kova vardı.
Hohnen kenara çekti, kovalardan 8-9 tanesini alıp kamyonetinin arkasına attı. Eve varınca da birkaç kovayı teknesinin deposuna yerleştirdi. “Bunlar bir gün bir işe yarar” diye düşünüyordu.
Balıkçılık, Hohnen’ın hayatında büyük bir yere sahipti. 14 yaşından itibaren yaz tatillerinde balıkçı teknelerinde çalışmış ve bunu 20 yıllık bir kariyere dönüştürmüştü.
Almanlara ait trollü teknelerde çalışmış, Kuzey Atlantik’te aylar boyunca karayı görmediği zamanlar olmuş, son 11 yılını da memleketi Avustralya’nın kıyılarında avlanarak geçirmişti. Dahası boş zamanlarında da hobi olarak balığa gidiyordu.
“DAMARLARINDA TUZLU SU DOLAŞIYOR”
Bu tutkusu oğluna da geçmişti. Hohnen’ın dediğine göre oğlu Julian ilk balığını avladığında henüz yürümeyi bile beceremiyordu. Hohnen, Julian için, “Sahilde bıraktığım bir oltaya tutunup ayağa kalktı ve makineyi çevirmeye başladı. Damarlarında kan değil tuzlu su dolaşıyor” ifadelerini kullandı.
Julian küçükken, kreşte geçirdiği zamanlar dışında tüm vaktini babasıyla geçiriyordu. Hohnen fabrikada balık işlerken ya da büyük ticari gemilerin yakıtlarını doldururken bile Julian yanında duruyor, babasını izliyor, iş arkadaşlarıyla konuşuyordu.
Dolayısıyla Hohnen ve arkadaşı Stephen Jeacocke, Haziran 2019’da balık avına çıkarken Julian’ı da yanlarına almışlardı. Hatta o sırada 7 yaşında olan Julian babasına “Gece de kalalım” diye yalvarmıştı. Böylece güneş doğmadan kalkıp balık tutabileceklerdi.
Caloundra sahili
YORGUNLUK TEDBİRE ÜSTÜN GELDİ
Baba oğul Hohnen’lar ve Jeacocke, öğle saatlerinde denize açıldı. Queensland’in Caloundra kasabasından demir almış ve kıyıdan 14 kilometre kadar uzaklaşmışlardı.
Öğleden sonra keyifli vakit geçirdikten sonra saat 19.00 civarında Julian uyku tulumunu alıp teknenin yarı kapalı kamarasına indi. Ardından Jeacocke da uyumaya karar verdi.
Aslında normalde bu tür gezilerde birinin uyanık kalıp gözcülük yapması gerekiyordu ancak Hohnen da fazlasıyla yorgundu. Jeacocke’la konuşup sorun olmayacağına karar vermişlerdi. Üstelik Jeacocke’un uykusu çok hafifti. En ufak bir harekette uyanıyordu. Bunlara güvenen Hohnen demir attı, her şeyin sağlam olduğunu kontrol etti ve uyumak için oğlunun yanına uzandı. İkisi de can yeleklerini giymemişlerdi çünkü yelekle rahatça uyumak mümkün değildi.
BİRKAÇ DAKİKA İÇİNDE SUYA GÖMÜLDÜLER
Hohnen bir anda ayaklarındaki ıslaklık hissiyle uyandı. Ortada bir sorun olduğunu hemen anlamıştı. Hemen Jeacocke’u uyandırdı.
Onlar uyurlarken çıpanın demiri uskura dolanmış ve tekneyi aşağı doğru çekmeye başlamıştı.
Tekne epey su almıştı. Hohnen motoru ve güverte pompasını çalıştırmaya çalıştı ancak başarılı olamadı. O noktada motorun çoktan suya gömüldüğünü anladı.
Ardından sahil güvenlik birimlerini aradı Hohnen. O sırada bilmiyordu ama çağrısına yanıt veren memur, telsiz odasındaki ilk nöbetini tutuyordu. Su alan bir tekneyle ilgili gece 1.30’da panik dolu bir çağrı gelmesi, ardından da bağlantının kopması, ilk iş günü için oldukça çetrefilli bir durumdu.
Julian olay sırasında 7 yaşındaydı
BİR YANDAN JULIAN’I TUTUYOR BİR YANDAN KULAÇ ATIYORDU
Hohnen hızla tekneden inmeleri gerektiğini biliyordu. Julian’ı kucağına almak için uzandı, birkaç saniye içinde ağzı burnu tuzlu suyla doldu. Uyanıp sahil güvenliği aramasından bir dakika sonra tekne alabora olmuştu.
Jeacocke tekneden fırlamıştı ama teknenin üstündeki tente, Hohnen ve oğlunu suyun altına doğru çekiyordu.
Hohnen ne yapması gerektiğinin farkındaydı. Bir yandan Julian’ı kucağında tutarken bir yandan da teknenin batış hızından daha hızlı yüzüp oradan kurtulmalarını sağlaması gerekiyordu.
Bunu başarıp kafasını sudan çıkardığında teknenin ışıklarının suyun derinliklerine doğru indiğini gördü. Onun dışında ortalık zifiri karanlıktı. Hohnen, “Bir kolumla Julian’ı tutup bir yandan da kulaç atmak zorundaydım” dedi. Hohnen bunu ne kadar süre yaptığını hatırlamadığını, bir ya da iki dakika olduğunu düşündüğünü belirtti.
KOVALAR GERÇEKTEN BİR İŞE YARADI
Sonra bir anda, 1 metre kadar önlerinde bir şey yüzeye çıktı. “Bir işe yarar bunlar” diye teknesine attığı iki kovaydı yüzeye çıkanlar.
Kovalardan birine Hohnen diğerine Jeacocke tutundu. Hohnen’ın telefonu su alıp bozulmadan önce Jeacocke Avustralya polisini arayıp suda olduklarını ve can yelekleri bulunmadığını bildirmişti. Ama telefon bozulduktan sonra yapabilecekleri tek şey kovalara tutunup beklemekti. Hohnen, “Yüzme biliyorum ama kıyıya 14 kilometre yüzemeyeceğimin farkındaydım” diye konuştu.
Hohnen, rasyonel düşünmeye, umutlu olmaya çalışıyordu. Sahil güvenliği ve polisi aradıklarına göre yardım geliyor olmalıydı. Aralarındaki en sakin ve iyimser olan kişi Julian’dı. Hohnen, oğlunun tavrıyla gurur duyduğunu belirterek, “Bizi sakinleştiren, her şeyin yoluna gireceğini, karayı gördüğümüzü, yardımın yolda olduğunu söyleyen oydu” dedi.
Ancak yardım geliyorsa bile gecikiyordu. Saatler geçiyordu. Avustralya’da kış mevsimine denk gelen Haziran ayındaydılar. Su sıcaklığı 21 dereceydi ama uzun süre suda kalmak mümkün değildi. Deniz oldukça sakindi ama yine de dalgaların biraz yükselmesi bile suyun içinde kalacakları anlamına geliyordu. Suyun içinde dönüp dalgaları arkalarına almaya çalıştılar.
DERİNLERDE KÖPEK BALIKLARI YÜZÜYORDU
Hohnen o bölgede köpek balıkları olduğunu da biliyordu ancak tecrübeli bir balıkçı olduğundan bu konuda içi rahattı. “O civarda yaşayan türler insanlara saldırmazlar. Yani akşam yemeği menülerinde biz yoktuk. O konu aklımın ucundan bile geçmedi” diyen Hohnen’ın asıl sorunu oğlunu kalçasına yakın tutabilmekti.
Hohnen, “Elbette kollarım ağrıyordu ama başka bir seçeneğim yoktu. Ömrümün sonuna kadar Julian’ı tutacağımı ve o kovayı bırakmamam gerektiğini biliyordum” diye anlattı o dakikaları.
Kovaların şans eseri hemen önlerinde yüzeye çıkması hem fiziksel hem de mental olarak hayatlarını kurtarmıştı. Bu sayede umutlanan Hohnen, Tanrı’nın kendilerini koruduğuna ikna olmuştu.
Gün doğarken Hohnen, Julian’ın konuşmalarının azaldığını fark etti. Kısa süre içinde çocuğun hareketleri de epey yavaşlamıştı. Bilinci kapanıyordu. Hohnen çocuğun halen hayatta olduğunu biliyordu çünkü “Tükür oğlum” dedikçe Julian ağzına kaçan tuzlu suları tükürmeye devam ediyordu. Ama zaman daralıyordu.
Maike Hohnen ve avladığı dev gibi ton balığı
YANLARINA KADAR GELİYOR, GÖRMÜYORLARDI
Şafak söktükten kısa bir süre sonra Hohnen bir polis teknesinin kendilerine yaklaştığını gördü. Bulundukları yere 400 metre kala tekne aniden güneybatı yönüne dümen kırdı ve gözden kayboldu.
20 dakika sonra sahil güvenlik teknesi de aynı şeyi yaptı. İki teknenin mürettebatı da çok yakınlarına gelmiş ama kazazedeleri fark etmemişti. Onlar tepelerinde dolanan helikopterin sesini duyabiliyordu ama helikopterler okyanusun ortasında süzülen üç kafayı göremiyordu.
Beklemeye, kovalara tutunmaya devam ettiler…
Nihayet Nordic Star isimli büyük bir gemi kornasını peş peşe çalmaya başladı. Hohnen, “Bizi görmüş ve deniz polisine haber vermişlerdi” dedi. Birkaç saniye içinde polisler yanlarına gelirken kurtarma helikopteri de tam tepelerinde uçmaya başladı.
Hohnen dalgıça önce Julian’ı almasını söyledi. Küçük çocuk vinçle helikoptere çekildi. Ardından Hohnen uzatılan kargo ağına tutundu ve polis teknesine çekildi. O noktada ortalık karardı, Hohnen bilincini kaybetti.
JULIAN KOMAYA GİRDİ
Kendine geldiğinde bir ambulanstaydı ve hastaneye götürülüyordu. Üstelik haberler hiç iyi değildi.
Helikopterin pervanesinin yarattığı rüzgârın etkisiyle şoka giren Julian’ın kalbi durmuştu. Helikopterdeki sağlık görevlisi Julian’ı hayata döndürmeyi başarsa da oğlu şu an komadaydı. Doktorlar yaşayıp yaşamayacağını bilmiyor, hayatta kalsa bile beyninde ağır hasar oluşmasından endişe ediyordu. Julian’ın yemek yemeyi, yürümeyi, konuşmayı yeniden öğrenmesi gerekecek gibi görünüyordu.
Yaşadığı onca şeyden sonra Hohnen nasıl tepki vermesi gerektiğini bilmiyordu. Duydukları kendisine gerçekmiş gibi gelmiyordu. Kurtarılmak için saatlerce bekledikten sonra şimdi de oğlunun hayatta kalıp kalamayacağı sorusunun cevabını almak için bekleyecekti.
Neyse ki bu bekleyiş fazla uzun sürmedi. Daha 24 saat dolmadan Julian gözlerini açtı, babasına bakıp, “Ne işimiz var burada baba? Hadi balığa gidelim” dedi.
BİR HAFTADA AYAĞA KALKTI
Julian’ın bu sözleri herkesi güldürdü. Doktorlar gözlerine inanamıyordu. Julian bir yandan burnuna ve boğazına takılmış ekipmanları söküp bir yandan da “Eve gidemez miyiz?” diye soruyordu.
Ancak Julian’ın birkaç hafta hatta belki de birkaç ay boyunca hastanede kalması gerekecekti. Bu nedenle Julian oğluna bir oyuncak balık oltası aldı. Neyse ki Julian 1 hafta içinde taburcu edildi. 1 aya kalmadan da yeniden balığa gitmeye başladı.
Hohnen, o gece yaşananların Julian’da hiçbir şekilde fiziksel ve zihinsel hasar bırakmadığını ancak kendisinin zor günler yaşadığını belirtti. Oğlunu hayata döndüren sağlık görevlisiyle ve kendilerini kurtaran sahil güvenlik memurlarıyla buluşup teşekkür ettiğini de sözlerine ekleyen Hohnen, ne kadar şanslı olduğunu ancak o zaman anlayabildi.
Zira sağlık çalışanları her birinin yaşama şansının yüzde 5 olduğunu düşünmüştü. En büyük şansları da üstlerinde can yeleği olmamasıydı. Aksi takdirde tekne alabora olduğunda tavanın altına sıkışıp kalabilirlerdi.
Julian kendine gelir gelmez balığa gitmek istedi
“SUYU GÖRÜR GÖRMEZ BALIK TUTMAK İSTİYOR”
Hohnen kazadan sonra yeni bir tekne aldığını ancak eski hayatının bazı unsurları söz konusu olduğunda oğlu kadar rahat olmadığını belirterek, “Geceyi teknede geçirmekte sorun yaşıyorum. Çok kaygılanıyorum. Yeniden demir atamayacağımı biliyorum” dedi.
Ancak Hohnen bir noktada geceyi teknede geçirmek zorunda kalacağını çünkü 11 yaşındaki Julian’ın bu konuda kendisine yalvardığını ifade ederek, “Suyu görür görmez balık tutmak istiyor. Çocuğu durduramıyoruz” diye konuştu.
The Guardian’ın “My boat sank in the dead of night – and I had to save my seven-year-old son” başlıklı haberinden derlenmiştir.